28 Mayıs 2012 Pazartesi

Life is Beautiful

Bugun cok guzel bir gun... Dun is cikisinda Manhattan'a gittim. Gecen hafta bahsetmistim, dinlemek istedigimiz bir konusmaya yanlis tarihte gittigimizden n'apcagimizi bilemeyip alisverise gitmistik. Ama magazaya geldigimizde kapanmasina bir saat vardi, o yuzden aldigim bir kac parca seyi denemeden goz karari almistim. Eve geldigimde tabii ki hic biri olmadi! (spor ayakkabilarim haric, onlar tam denk dustu!) Dun aldiklarimi degistirmeye gittim. Amerika'da nereden ne alirsaniz alin bir ay icinde iade etme ya da degistirme hakkiniz var. Bu suistimal edilmiyor mu? Tabii ki ediliyor, kimler tarafindan? Genelde Turkler :) Dun gittigimde Century 21 ana baba gunuydu.. New York'un en onemli turistik mekanlarindan biri de alisveris merkezleri. Turistler unlu markalarin goreceli olarak(!) olarak ucuza satildigi alisveris merkezlerine bayiliyorlar! O yuzden ben de gecen hafta aldiklarimi degistirirken kalabaliktan dolayi baya zaman harcadim, aldigim seyleri denemek icin yarim saat bekledim desem yeridir! Ama bir daha degistirmeye gelmek istemedigim icin beklemeyi goze aldim. Sonunda muradima erdim. Ilk defa aldigim seylerden %100 memnun olarak magazadan ayrildim... Hayatimda ilk defa kirmizi bir pantalonum oldu :) Genelde modayi takip etmeyi sevmiyorum, herkesin giydigi seyi giymek hosuma gitmiyor. Ama renkli pantalonlar konusunda irademe yenik dustum, ve bir tane kaptiriverdim.


Bu sabah deliksiz bir uykunun verdigi huzurla uyandim. Cumartesi gunleri de calistigimdan rahatca uyuyabildigim bir pazarim var, o yuzden onu iyi degerlendirmek istiyorum. Guzel bir kahvaltidan sonra bir pazar klasigi olarak annemlerle skype yaptim. Skype olmasa bu gurbet nasil cekilirdi hic bilmiyorum! Su teknolojiyi yaratanin gidip elini opesim var :) Annem ve babamla konusmalarim benim icin en ozel anlardan biri. Yine bir saate yakin konusurken konu konuyu acti. Bir ara Mericle su aralar hayata gecirmeye calistigimiz bir fikri onlarla paylastim, ve beni cok motive edecek bir sekilde bu fikri cok yaratici buldular! Hatta simdi onlar da gelistirmeye calistigimiz bu projeye katkida bulunmak icin fikir yurutecekler! Biliyorum boyle anlatinca cok mistik oldu ama hayata gecirmeden bu fikri paylasamak istemiyorum. Ama yalnizca sunu soylemek istiyorum, uzun zamandir bir hedefim yoktu, ve bu benim icin hayattaki en korkunc sey. Ama Meric'in aklina gelen bu girisimle tekrar pesinden kosacak bir hedef buldum! Ve annemle babami da bunu dahil ettigim icin cooook mutluyum!!

Aksam uzeri Emre (Hem patronum hem Meric'in arkadasi) bizi evlerine barbekuye davet etti. Emrelere gitmeye bayiliyorum! 10 aylik bir kizlari var, Ayla. Evet cocuklari sevdigim bir gercek, ama Ayla'nin yeri benim icin bambaska! Ben hayatimda bu kadar sevimli, bu kadar tatli bir cocuk gormedim. Bazen onu kacirsam mi diye dusunuyorum o derece :))) Ayla'yi da gordukten sonra degmeyin keyfime... Simdi geceyi kapatirken birami yudumluyorum ve Melek'in facebook'da duvarima koydugu super eglenceli sarkiyi dinliyorum. Hayat bazen ne kadar guzel...


26 Mayıs 2012 Cumartesi

Severek izliyoruz

Mad Men'i ilk izledigimde pek isinamamistim. Sansima izlemeye basladigim bolum de vasat bir bolumdu, Don Draper bir is gorusmesi icin sehir disindaydi ve bolum sadece onun uzerine kurulu gibiydi. Diger onemli karakterleri, ofis hayatini, birbirleri ve aileleri ile olan iliskilerini, New York'un 60'lardaki  yasam tarzini cok fazla gosterememisti. Amerika'ya bu gelisimde ise tam anlamiyla bagimlilik yapti...

Burada aksam yemeklerimize eslik eden birkac dizi var. Once 30 Rock ile basladik (ki hala aklima geldikce donup eski bolumlerini izliyorum, zira Tina Fey'e hayranim!), sonra Meric sayesinde Breaking Bad'e sardik. Aslinda Breaking Bad'e dizi olarak bakmiyorum. Bir iki bolumden sonra Breaking Bad benim icin cok uzun oldugu icin bolumlere ayrilmis bir film gibi oldu. Hic tereddut etmeden su ana kadar izledigim diziler arasinda en basarili senaryo, cekim ve oyunculuk diyebilirim. (Bilmem hatirlar misiniz Malcolm in the Middle'da baba rolundeki Bryan Cranston'i? Kendisi Breaking Bad'de basroldeki Walter White karakteriyle dokturuyor, kariyerinde zirve yapiyor! Adamin nasil bir potansiyeli varmis da biz farketmemisiz)



Breaking Bad'in yeni sezonu maalesef Kasim'dan beri bir turlu baslayamadi. Burada TV kanallari iddiali dizilerini diger iyi dizilerle cakistirip ilgiyi dagitmamak, reklam ve reyting kaybetmemek icin bazi donemlerde belli dizileri bekletebiliyorlar. Breaking Bad'i de bu nedenle bilinmez bir sureligine nadasa aldilar, dort gozle geri donmesini bekliyorum! Bu arada Breaking Bad'in biraktigi boslugu neyle doldurabiliriz diye dusunurken Mad Men'in yeni sezonu basladi. Meric diziyi izlerken goz ucuyla kesmeye basladim diziyi, acaba bir sans daha versem mi diye. Iyi de etmisim. Hani bazi kitaplar vardir, ilk sefer okumaya kalkistiginizda bir turlu icine almaz sizi, bitiremeden bir kenara birakirsiniz. Sonra aradan zaman gecer, tekrar bir denemeye karar verirsiniz, bu sefer hayatiniza anlam katan kitaplardan biri oluverirler bir anda (Benim icin buna en guzel iki ornek: Kara Kitap ve Tutunamayanlar). Iste Mad Men ile yasadigim deneyim de ayni boyle oldu. Tekrar izlemeye basladigimda dizinin sadece reklam piyasasinda donen acimasiz rekabet, 60'larin New York yasantisi ve karmasik duygusal iliskilerden ibaret olmadigini gordum. Butun bunlarin yaninda Mad Men insanlarin yuzyillardir degismeyen varolussal kaygilarini ele aliyor; kariyer hirsi, yaslilik, olum korkusu, aile ve cinsellik temalarini cok ince ayrintilarda yansitiyor. Herhangi bir bolumu izledikten sonra internette donen yorumlari okudugunuzda bolumde ustu ortulu ne kadar farkli gondermeler oldugunu, her bolumun aslinda butunu tamamlayan anlamli bir parca oldugunu goruyorsunuz. (Ornegin Lady Lazarus bolumunu izlerseniz, ardindan da su degerlendirmeyi okursaniz ne demek istedigimi cok iyi anlarsiniz)

Madem uzerine bu kadar konustum, diyaloglarin sizi nasil icine aldigini gostermek icin tadimlik ufak bir parca sunmak da sart oldu...

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Gelgitler

Depresif hissettigim zamanlarda ruh halimin fiziksel yansimalarini hemen gorebiliyorum. Uyku saatlerim artiyor, sekiz saat uykuyla bile gozumu zor aciyorum. Ah keske biri beni yataga zimbalamis olsa da kalkamasam gibi hayaller kuruyorum. Icimden hic bir sey yapmak gelmiyor. Yikanacak, utulenecek camasirlar, bulasiklar bana bakiyor, ben onlara... Ve istah tabii. Boyle zamanlarda nasil oluyor da surekli acmisim gibi hissedebiliyorum anlamiyorum! Isin tek iyi tarafi bu ruh halini erken teshis edip tedavi surecine hemen baslamam sanirim. Evvelsi gun de boyle hissettigim gunlerden biriydi. Gun icinde canimi sikacak belli bir sey olmamasina ragmen bir isteksizlik, bir bezginlik hali. Bahara daha yeni yeni girdigimiz bu gunlerde boyle bir kis uykusuna yatma istegi.. Aslinda bu noktada dis etkenlerin etkisini de goz onunde bulundurmak gerek. Hava basbaya manik depresif takiliyor su aralar. Gunluk guneslik, piril piril, adeta yazin mujdecisi seklinde gecen haftasonu bu hafta kendini yine puslu, karanlik, yagmurlu bir havaya birakti. Insan boyle havalarda ister istemez kendini eve kapatip, eline bir kitap alip, miskinlik yapmak istiyor. Ama dun bu gidisin iyi olmadigini farkedip kendime nota verdim. Harekete gec, kendine yenik dusme, enerjik ol, motive olmak icin karsindakini motive et seklinde ice donuk NLP konusmalarim ise yaradi sanirim. Aksam eve geldigimizde Mericle guzel bir yemek hazirladik. Gerci hakkini yemeyim yemegi o hazirladi, salatayi ben yaptim :) Yemekten sonra camasiri Meric'e pasladim; bulasiga, utuye bizzat savas actim. Onlari tahmin ettigimden daha kisa surede bozguna ugrattim. Aksam uzeri iyice bogucu, basik bir hal alan hava gece 10 gibi serinledi. Hazir potansiyel enerjiden kinetik enerjiye gecmisken bu firsati kacirmamak icin Mericle kosuya ciktik. Son haftalarda dizim cok sik agridigi icin kosularim sekteye ugramisti. Sebebini tam olarak bilemiyorum kilo almis olabilirim (umarim bu degildir), cok sik kosup kendimi fazla yormus olabilirim (umarim budur), ya da isinmadan kosmaya basladigim icin boyle bir sikinti yasiyor olabilirim. Dizlik, bileklik gibi cozumler de ise yaramayinca kosulara biraz ara vermistim. Ayni zamanda su aralar kendime saglikli yasam kocu olarak sectigim canim "Mary Jane"in -o kendini biliyor:)- tavsiyelerini dikkate alip evde ust bacagi guclendirici egzersizler yapmaya basladim. Dun gece uzun bir aradan sonra tekrar 25 dakika agrisiz sizisiz hizli tempo kosmayi basarinca moralim yerine geldi. Bunda tabii gecen hafta kendime bir jest yapip aldigim tone-ups spor ayakkabilarin da faydasi vardir mutlaka. 
iPod'dan beri uzun zamandir bir esya ile boylesine duygusal bir bag kurmamistim. Bu ayakkabilarla kosarken kendimi kanguru gibi hissediyorum desem nasil hissettigimi ifade etmis olurum sanirim! Sonuc: Eve geldigimde ruh halimdeki olumlu gelismeleri gorup bir kez daha karamsar Ayca'yi alt etmenin huzuru ile uyudum. Kotu hissettigim zamanlarda bu yaziyi acip okumak iyi gelebilir aslinda...

18 Mayıs 2012 Cuma

A Night to Remember

 * This post is the translation of a previous post for Allison whom I promised I would tell it in English as well ... So here it is...

It was a beautiful Saturday night in May whispering us spring is on its way to NY. We were about to enter the Marriott Hotel, heading the ball room where Turkish American Giresun’s Organization would host for dinner. (I’m not sure if this name makes any sense in English, to put it in other words it means the “Turkish American Association of People whose Home Town is Giresun” … not a practical way to say it though!

In Turkey we are used to coming across “associations of friendship and solidarity” of different cities, towns in our daily lives. We may bump into these associations anytime; sometimes we lift our head up on the street and see a signboard on an apartment; or we receive an invitation to an association's dinner through an acquaintance. However, when you receive such an invitation in New York, you stop for a moment and ask yourself: “How come??”


Knowing that delays are a part of Turkish life style, we decided to go to dinner, which was supposed to start at 7 pm, at around 8 pm. But to our surprise not only the ballroom was half empty when we arrived but also there were a couple of people walking around with a ladder in their hands, trying to decide where to hang those American, Turkish flags and the association’s banner. Sitting on our table for half an hour observing around, we desperately realized that we were no where close to being served food! We ordered some bread and butter and waited to see if the night could get anyhow better after this moment.

A few minutes later we freaked out by the super loud voice rising from the mic. Apparently our host did not realize that he did not need to shout if he had a mic! In Turkey in organizations like this you cannot escape heavy bureaucracy, and this night was no exception. One after another the Mayor of Yaglidere (a town in Giresun), the Chief Police of the town, the President of Turkish American Associations Federation and several people I don’t remember now made their speeches which had more or less the same content… As the protocol started to address the guests, the waiters started serving the food which made me think that we were being bribed for standing these never ending talks. Anyway, the point is I do not recall anything from those talks whereas I do remember our host crying to the guests during the talks, "the owners of those kids running around, please take them away!” (Note to the reader: There is no translation mistake in this sentence, he literally said "the owners"!)

According to our invitation, we would be accompanied by Sevval Sam (a singer from Turkey) and some surprise singers. As we could already guess “surprise singers” refer to “local singers from Giresun” we were not surprised by them at all. There was one surprising moment though when one of the singers got pissed off with the orchestra complaining that they could not accompany him! I don’t know what exactly happened inbetween but after a few minutes the orchestra left the stage and the singer decided to go on with playback. However, soon after that we were exposed to terrible scratchy sounds from the stereo. It was annoying but also quite funny how our host tried to calm down the irritated guests by saying “It’s just because of a scratch on the CD, no worries, it can happen to anyone!”

As I was watching what was going on at the stage with amazement, I was also checking if there was anything on our table worth mentioning here. Well, the organization’s brochure fulfilled my expectations immediately. It was fun reading the one-page so called “Giresun’s History” which included just two lines about the city’s history but mainly focused on attracting investors to the city by telling how green, how beautiful etc. the city is. Besides seeing that piece of paper, which covered the alcoholic drinks -not officially included in the menu but served at the bar outside the ballroom- made me smile because this is a very Turkish way of dealing with restrictions: Always come up with something practical!

Near the end of the night I was hesitating whether I drank a little too much wine or all these people jumping up and down on the stage were real. I also couldn’t be sure if Sevval Sam was singing songs from Blacksea with a football uniform of Giresun on her shoulders or if one of the waiters was dancing Horon (a very local dance from Blacksea) with a guest. Only by the time I sat down to write my blog and saw all those photos in my cam I understood they were as real as the night itself.















But there is one moment among all those sound and fury that I do not doubt its reality at all. It’s the moment when Sevval Sam said “We’re all gonna commemorate Kazim Koyuncu with this song” (a beloved singer from Blacksea who passed away in 2005 due to cancer). I stood up and accompanied her while singing the song quietly on my own with watery eyes. You are not forgotten, and will never be... Rest in Peace Kazim Koyuncu...

I am Adriana Ribeiro. And this is my story :)


Hi, my name is Adriana. If you know me, you probably won’t be surprised with the story I am about to tell. If you don’t know me but know NY, you will absolutely love this story...

After living in NY for long years, I moved back to Brazil because of my new job. Last month I came back to the city that never sleeps to work and take care of a few errands. I also had to find an answer to my question “Sampa* or not?” and finally found it, so I feel like a ton of weight was off my shoulders. It was time to celebrate the changes from the year that is behind and look forward to the future plans that look promising and challenging, just the way I like it :)

In one of my nights out with friends, I stumbled into a Greek restaurant where a band called Flying Dogs from Jupiter was playing. Someone else could say they were just a regular band who didn’t make it to the billboards and who are now playing in various bars, feeling as if they were the Rolling Stones of their times. But I would say these guys are a group of super cool folks in their mid-50’s early 60’s with lots of talent and energy. What made me like this band a lot was partly the alcohol in my blood (hahahahah) and partly the lady who was jamming with the other four guys. If I had met her on the street I would NEVER think she is so talented and that she was one of the members of a rock band.  Her hair was all grey and she looked like she could be a grandma…. Boy, I wish she was my mom, my grandma. I would be so proud of having such talented cool energetic grandma like her!



I kept on listening to the band and to this graceful lady who played the keyboard, the pipes, the accordion and a bunch of other instruments that she kept on taking off her “music bag”! As time passed, I requested a song which the band, unfortunately, had not heard of before. However, one of the members looked at me and suggested that they would rehearse my song and be ready to play it if I came back the following Saturday,.  For a moment I was like “Yeah, right! I believe you(!)” But as once a friend of mine pointed out, I always give people the benefit of the doubt. And so I told them I would be back to hear my song.
Sure enough, a week from that Saturday, I was right back there! It had been an intense week and I wasn’t really feeling like going out. But aside from the need to relax, I had a bigger reason which was to see my friend Ayca and take her to a “dessert place**”(!) that she had never been.  I met Ayca on the train and we ended up at a TAPAS BAR in the Village that both of us liked quite a bit. The conversation was pleasant just like the food, the sangria, the night and the vibe overall. Then happened something quite weird but funny! We were talking about our future plans, and the possibility that one day I might find myself in Istanbul, how much fun I and Ayca would have there etc…  and just at that moment the music on the radio stopped and the singer shouted ISTANBUL! We both looked at each other and burst into laughs! Maybe it was a sign that the Universe or God had manifested on that song right at that moment to tell us: “Hey girls! Your dreams will come true, no worries!”... who knows?

I then took Ayca to the “dessert place*” she wanted to go. I was super excited because Ayca had never been at that place before and also because she missed our friend Camilla’s bachelorette party which was organized at a “dessert place” in Sao Paulo.  We walked in and started to look around the various desserts but we were especially looking for the “egg dessert”. After Ayca found and bought it, we were ready to go back to the famous Greek Bar in hopes that the Flying Dogs from Jupiter were there and ready to play my song.
You know when people say nothing is impossible in NY? They are right! Nothing is impossible anywhere in the world but they didn’t make a song about London calling it the dream come true city?!!! Whether or not I believe there is a magical field in NY that makes dreams come true. When you do good things, they all come back to you! Ayca and I walked in the Greek Bar and one of the guys in the band recognized me. I told him I was back for my song and he just loved it. Turns out the band kept their word, practiced my song and was ready to play it for me!! The night went on with people coming and going and they finally played my song! I was really happy about that! Not so much because of the quality of how they sounded but more because I had a request and they cared. They cared!

Here is the song I requested

So, after a great girl’s night out, I guess we both went home already missing each other’s company but very glad we got to have such an amazing night. On my way back to SP, I couldn’t help but think about what just happened to me for the past few days and how fortunate I am to have such a life! Not to mention the contribution I got to make to Ayca’s dessert experience :)) Overall, I felt great! Definitely renovated and ready to rock and roll again! 


“I am Adriana Ribeiro. This is my story. And this is my credit card.” – hahahahahaha (I could act in that ad with my story, couldn't I? ;)

Thank you Ayca for being such a great friend!


* Sampa: Sao Paulo city
** Dessert place: If you’re watching How I Met Your Mother you should know that in one of the episodes Ted tells his kids the story of the times when he and his friends used to have “sandwiches”(!). My analogy is similar to that :) but that’s a story for Ayca to tell!

17 Mayıs 2012 Perşembe

Ikinci deneme basarili..




Basardik! Bugun nihayet New School'daki konusmayi dinleyebildik. Bu sefer Penn Station'dan cikista Downtown'a dogru inerken dun gectigimiz sokaklardan birinde kendimize bir kiyak yaptik, begendigimiz bir barin disaridaki masalarindan birine oturup, panele gitmeden Nachos ve bira keyfi yaptik. Sunu bir kez daha anladim ki ben kesinlikle bahar insaniyim. Bugun moralim biraz bozuktu, sabah telefonda annemle konusurken duygusallastim, daha sonra facebook'da Ece ve Hasene ile "ayni apartmanda yasasak ne guzel olurdu!!" temali bir mesajlasma yasarken yine icim burkulmustu. Boyle bir ruh halinde eve gelip Long Island'in issiz sessizligine gomulmektense sehre inip bahar havasinda ufak bir kacamak yapmak cok cok iyi geldi! Sansimiza konusma da cok keyifli gecti. Konusmayi yapan Manuel Castells finansal kriz sonrasi mevcut sisteme tepki olarak dogan hareketleri (Occupy Wall Street, Occupy London, Occupy Greece vs.) yerinde gidip arastirmis. Bu hareketlerin cikis noktasindan tutun da gelisme asamalarina, icerdikleri dengeler, geldikleri nokta ve gidebilecekleri yerlere kadar bircok konuda gozlemlerini ve arastirmalarini paylasti.

* Kendime not: Keyfin olmadigi zamanlar, eve kapanip karamsarliginda bogulmaktansa, kendini bir sekilde disari atip sehrin havasini solu, eve yorgun argin gelip depresif olmaya vakit bulamadan yataginda sizdiginda bana (ic sesine) tesekkur edeceksin...





Bahar geldiginde mi ben boyle olurum, yoksa boyle oldugumda mi gelir bahar?

Dun Manuel Castells'in Global Finansal Kriz Sonrasi Alternatif Ekonomik Kulturler ve Sosyal Hareketler adli konusmasini dinlemek icin is cikisinda Manhattan'a gittik. Konusma 5. Cadde, 13. Sokakta, New School'un konferans salonunda olacakti. Penn Station'dan 13. Sokaga kadar yuruye yuruye indik (20 blok, yaklasik yarim saat suruyor). Havalar artik guzellestiginden restoranlar, barlar hemen masalari, sandalyeleri disari atmislar. Harika bir ortam! Yol boyunca ah burasi ne guzelmis, ay burasi tam oturup sohbet etmelik, bu sokak ayni Cihangir diye bol bol ic gecirdik. Gectigimiz bir sokakta ardarda bir Hint restorani, bir Susi bari ve bir Ispanyol bari gorunce New York'un artik alismis olmam gereken kozmopolitligi bir kez daha guldurdu beni. Bazen New York'da miyiz Nuh'un gemisinde mi karar veremiyorum!


New School'a geldigimizde koridorlardan birinde bir sergi vardi, diger bir tarafta ogrenciler aperatif, sarap ikraminda bulunuyorlardi. Bu okulun havasi, ortami Bilgi Universitesi'ni hatirlatiyor bize. Ogrenci ruhumuzu asla kaybetmedigimiz icin aperatiflerden biraz atisitirip, konusmanin olacagi salona girdik. Yalniz iceride sadece bir kiz oturuyordu. Programin kacta baslayacagini sordugumuzda kiz film gosterimi 8'de olacak dedi. Film gosterimi degil Manuel Castells'in konusmasini sormustuk dedigimizde yuzumuze neden bahsettiginiz hakkinda hic bir fikrim yok der gibi bakti. Iki saniye gecmeden Meric "Tabii ki bir fikriniz olamaz, cunku konusma bugun degil yarin, pardon!" dedi bana elindeki bileti gostererek! Hatirlatma emaili geldiginde tarihe hic bakmadan konusmanin bugun oldugunu sanmis, ben de biletleri bastirirken uzerindeki tarihe hic bakmamistim bile.. Tencere kapak! Buraya kadar geldik, n'apcaz simdi diye dusunurken bari biraz bahar alisverisi yapalim dedik. Eski ikiz kulelerin hemen karsisinda Century 21 adinda cok buyuk ve ucuz bir alisveris magazasi var. Kapanmasina 1 saat kala oraya yetistik, bir saat sonra bulusmak uzere magazanin icinde dagildik. Bir saat sonra bulustugumuzda sanki sozlesmisiz gibi ikimizin de cantasinda spor kiyafetleri vardi; sort, t-shirt, sporcu corabi vs. Baharin geldigi ve artik forma girmenin vakti geldigi nasil da belli oluyor! Simdi, dun sehre gitmemizin asil amaci olan konusmayi dinlemek icin tekrar yollardayiz... Bakalim bugun basarabilecek miyiz?

13 Mayıs 2012 Pazar

Ha usak ha!

Aylardan Mayis, gunlerden Cumartesi, yer Long Island, mekan Marriott Hotel balo salonu, saat 20:00 sulari. Yaklasik yuz kisi burada bulunmamizin sebebi New Yorklu Giresunlular Dernegi Kultur ve Dayanisma Gecesi. Birlik beraberlik ve dayanisma icinde nasil bir gece gecirdigimizin detaylarina girmeden once yaziyi okumaya su sarki esliginde devam etmenizi rica edecegim, zira dun geceki havayi yansitmaya calisirken biraz muzikal destek hic fena olmaz...


Turkiye'de gundelik hayatimizda farkli yorelerin dayanisma dernekleri ile karsilasmaya alisigiz. Bu dayanisma dernekleri bazen yolda yururken gordugumuz bir apartmanin ikinci katindaki tabelada, bazen evimize bir tanidik araciligiyla gelen bir dayanisma gecesi davetiyesinde karsimiza cikar. Ama soz konusu davetiye insanin eline New York'da gecince, ister istemez bir an durup nasil yani diyorsunuz. Bu soruyu kendinize sorduktan bir sure sonra -Turkiye'de daha once boyle bir geceye hic katilmamis bile olsaniz- kendinizi "Bunu gormem lazim!" diyerek geceye hazirlanirken buluyorsunuz.

Dun aksam yedide baslamasi gereken dayanisma yemegine temkinli davranip sekize dogru gittik, ancak gittigimizde salonun yarisinin bos oldugu yetmezmis gibi ellerinde koca bir merdiven ile Turk, Amerikan bayraklari ve Giresunlular Dernegi afisi tasiyan gorevliler salonun icinde kose bucak dolaniyor, bunlari nereye asacaklari konusunda fikir birligine varmaya calisiyorlardi. Yaklasik yarim saat masamizda oturup gerekli ortam analizini yaptiktan sonra en az bir saat daha yemek servisi yapilmayacagini aci bir sekilde farkettik. Garsonu cagirip masaya ekmek ve tereyagi getirmesini rica ettik.



Bir sure sonra Yaglidere Belediye Baskani, Ilce Emniyet Muduru, Turk Amerikan Dernekleri Federasyon Baskani ve statulerini hatirlayamadigim uc dort kisi daha farkli cumlelerle ayni seyleri anlattiklari 5-10 dakikalik konusmalar yaptilar. Ayni esnada bu konusmalara katlanmamizin mukafati olarak sanirim yemeklerimiz gelmeye basladi. Bir pazartesi sabahi toren alaninda bekleyen ogrencilere andimizi okutturacak olan ilkokul cocugunun coskusu ve gururu ile konusmalarini yapan protokolun anlattiklarindan cok, benim aklimda Giresunlu sunucumuzun bir ara elinde mikrofon "Ortalikta gezen cocuklari sahipleri alsin lutfen!" diye bagirmasi kaldi.

Davetiyemizin bize aktardigina gore geceye Sevval Sam ve surpriz sanatcilar renk katacakti, Surpriz sanatcilarin Giresun'dan gelen yerel sanatcilar oldugunu tahmin edebildigimiz icin gecenin surpriz sanatcili kismi cok sasirtici olmadi. Ancak surpriz sanatcilardan birinin bir kac sarki okuduktan sonra arkasindaki orkestraya donup "Benim bildigim orkestra sanatciya eslik eder, neden bana eslik etmiyorsunuz, bu ne kardesim boyle alla allaaaa!" demesi yeterince sasirticiydi . Bunun uzerine orkestramiz surpriz sanatcimiza kusup sahneyi terk etti. Mevcut durumdan asla caresizlige kapilmayan ve "Show must go on!" dusturuyla hareket eden sanatcimiz programina playback ile devam etmeye karar verdi. Fakat surprizler surpriz sanatcimizin yakasini birakmiyordu. Bu sefer de CD'de bir problem cikti ve tum salon sahneden yukselen korkunc cizirtilara teslim oldu. Tam bu noktada geceye gerek protokol yalakaligi gerekse mukemmel esprileriyle damgasini vuran Giresunlu sunucumuz yine yerinde bir mudahale ile "CD bu canim, olur herkesin basina gelir, ufak bir cizik problemimiz var sevgili Giresunlular, hic keyfinizi bozmayin" diyerek icimize su serpti.

Tum bunlar olurken bir yandan olan biteni tum detaylari ile aklimda tutmaya calisiyor, bir yandan da masada ise yarayacak malzeme var mi diye kolacan ediyordum. Ve Giresunlular Dernegimiz sagolsun beni bu noktada hic yormadi. Masamizdaki New Yorklu Giresunlular dernegi brosuru nefis uslubu ile karsimda duruyordu iste. Gorunurde Giresun'un tarihcesi olan, ozunde sehrin tarihinden yalnizca 2 satir bahseden, geri kalan bir sayfa boyunca "Giresun pek yesil, pek guzel, buyrun gelin yatirim yapin" diyen karsilama metni on numaraydi. Ayrica menuye "resmi" olarak dahil edilmeyen icki seceneklerinin elle yazilmis bir kagitta elden ele gezmesi de burada yer almayi hak ediyor bence.


Ilerleyen saatlerde sarabi mi fazla kacirdim yoksa gercekten tum salon pistte titrek baliklar gibi oynuyor muydu, Sevval Sam bir ara boynunda Giresun formasi Karadeniz turkuleri mi soyluyordu, yoksa gecenin basinda servis yapan garsonlar artik horon mu tepiyordu... emin olamadim. Ta ki blogu yazmaya oturana kadar. Cektigimiz fotograflara bakinca anladim ki olanlar hayal gucumun bir oyunu degil gercegin ta kendisiymis.


Gecenin sonlarina dogru, bir kismini hayal urunu sandigim patirti ve samatanin icinde unutamayacagim ve gercekliginden suphe etmedigim bir an var ki o da Sevval Sam'in bu sarkiyla hep beraber Kazim Koyuncu'yu aniyoruz dedigi sarkida ayaga kalkip ona gozlerim yasli, icimden eslik ettigim.

Unutulmadin, unutulmayacaksin... Huzur icinde yat Kazim Koyuncu...

****************
Koyverdun gittun beni Allah'undan bulasun
Kimse almasun seni yine bana kalasun
Sevduğum senun aşkın ciğerlerumi dağlar
Hiç mi duşunmedun sen sevduğun boyle ağlar

Gelevera deresi iki dağun arasi
Yuzunden silinmesun piçağumun yarasi








9 Mayıs 2012 Çarşamba

Dusundum dusumden ayri kaldim...



Ruya gorme konusunda cok yaratici oldugumu soyleyemem. Genelde o hafta ne yasadiysam, neye uzulduysem, sevindiysem, yakin zamanda neyin olmasini bekliyorsam cat diye cikar karsima. Imgeymis, metaformus, dolayli anlatimmis bunlara pek tenezzul etmez dus gucum. Karnim ac mi yattim, ruyamda az otemde bir sandvic gorurum bir turlu uzanip da yetisemem; o gun cok mu yoruldum, gitmek istedigim yer dimdik bir tepenin ucundadir; onemli bir haber mi bekliyorum elimde bir mektup buluveriririm, bir turlu acmayi beceremem...

Uykuyla ilgili bir kitapta okumustum, yazar ruyalarimizin varolus amacinin fiziksel ve psikolojik dengemizi saglamak oldugunu soyluyordu, yani aslinda vucudumuzdaki stresi, gerginligi atmak icin ruya goruyormusuz. Bu iddiadan yola cikacak olursak benim vucudumda bir seyler ters calisiyor olmali; gordugum ruyalar beni stresten kurtarmak bir yana mevcut endisemi, kaygimi gece de yuzume vuruyor adeta. Ama yine de bilincaltima cok haksizlik etmiyim, nadir de olsa sembolik anlatim uzerinde calistigi oluyor. Misal dun gece gordugum ruya...

Ortaokuldayken cok sevdigimiz bir muhabbet kusumuz vardi. Ama klasik muhabbet kuslari gibi tum gun kafesinde aynadaki yansimasiyla vakit gecirmezdi. O kadar ailenin bir ferdi olmustu ki kafeste kapali oldugu zamanlar omrunun yarisini gecmez herhalde. Surekli evin icinde ordan oraya ucar, bizimle beraber sofraya oturur -pardon konar- aksamlari abim daha apartmana girdiginde geldigini hisseder, koridorda bagira cagira ucarak bize onun geldigini haber verir, balkon ya da salon cami acikken dahi acik pencerenin kenarindan bir U cizerek geri doner, bizimle bayram ziyaretlerine gelmek disinda nerdeyse her seyi yapardi. Biliyorum bir muhabbet kusunun hayatimizdaki yerini boyle tarif etmek kulaga cok abarti geliyor. Belki cocukluk anilarinin her zaman ozlem duyulan, romantik bir yani oldugu icin o anlari boyle coskuyla anlattigimi dusunebilirsiniz; ama ben daha bunlari yazarken bile annemle abimin bu yaziyi okuduklarinda gozlerinin yasaracagini, iclerinde bir yerin ciz edecegini hissedebiliyorum. Kusumuz oldugunde dort gun dort gece annemle kipkirmizi gozlerle gezdigimizi hatirliyorum; annem konu komsu ne der, bir kusun arkasindan bu kadar aglanir mi diyerek kimselere gozukmek istemedi o gunler...

Iste dun gece ruyamda muhabbet kusumuzu gordum, tam 18 sene sonra. Yine o zaman oturdugumuz evde oturuyoruz; mekan, zaman her sey geriye sarilmis ama sanki zihnim bugunde. Salonda onu gordugumde o yuzden bu kadar sasiriyorum sanirim, onun orda olmasini beklemiyorum. Yanina gidip dikkatlice baktigimda farkediyorum ki kus ufacik kalmis, normalde oldugunun nerdeyse yarisi. O kadar uzuluyorum ki anlatamam. Hemen kafesinin icindeki yemlige bakiyorum, ici bos yem kabuklari ile dolu. Yemligini en son ne zaman doldurdugumu dahi hatirlayamiyorum, onu kimbilir ne zamandir ac biraktigimi farkedince icime oyle bir sucluluk duygusu basiyor ki eski evimizde kusumuzun yemlerinin oldugu vitrine kosuyorum hemen, kapagi actigimda kus yemi olmadigini goruyorum, findik fistik bakliyat bir suru sey var ama kus yemi yok. Sonra kusumuz arkamdan geliyor, dolabin icine sicriyor, ordakilerden agzina layik olanlari secip yemeye basliyor. O an inanilmaz rahatliyorum, oh diyorum neyse ki bizden biri, yemek secmiyor...

Simdi gel de cik bu ruyanin icinden, beni ruya tabirleri konusunda hic yormayan bilincaltim bu sefer ters koseye yatirdi. Gerci sabah ruyayi hatirlar hatirlamaz kafamda bunun neye isaret ettigine dair bir fikir olustu. Meric'e ruyami anlattiktan sonra bir an tereddut ettim, ama ardindan kendimce ne anlama geliyor olabilecegini soyledim, meger o da ayni seyi dusunmus! Bana ne dusundurdugunu soylemiycem, onu da sizin hayal gucunuze birakiyorum. Ama asil anlatmak istedigi ve cagristirdiklari bir yana, yillar onceki anilarimi tekrar canlandirdigi, o zamanki duygularimi bir an icin de olsa geri getirdigi icin bilincaltima tesekkuru bir borc bilirim.

Ve yazimi o gunleri hatirladigimda fonda calan sarkiyla noktaliyorum.

Yagmur bulutu unutursa
Dalinda cicegi kurutursa
Yar benden utanirsa
Dusundum dusumden ayri kaldim...


4 Mayıs 2012 Cuma

Dostlar eksik olmasin...

Annem israrla abimi buraya gondermeye calisiyor. Abimin zaten niyeti var ama annemin israri ve inatciligi takdire sayan. Bir gun laf arasinda annecim abim ayarlarsa gelecek zaten niye bu kadar sik bogaz ediyorsun dedim, Turkiye'den biri yaniniza geldiginde ben gelmisim gibi mutlu oluyorum dediginde bir kez daha anladim annelik boyle bir sey, bambaska bir sey, tarif edilemez...

Annemin Turkiye'den birileri ziyaretimize geldiginde bu kadar sevinmesinin bir sebebi de bizim misafirlerimiz oldukca ne kadar mutlu oldugumuzu gormesi sanirim. Buraya geldigimden beri ziyaretci istatistiklerimiz oldukca iyi, aman nazar degmesin! Acilisi Garanti'den arkadasim Ilkerlerle yaptik, sonrasinda mastirdan arkadasim Sabine geldi. Hatta onun serefine ilk ev partimizi gerceklestirdik. Onun ardindan hic beklemedigim bir anda Komtas'tan arkadasim Emre bize bir surpriz yapti. Sonrasinda yollarina gul doktugum Aylusum geldi.

Alicanla Meryem'in ziyareti, uzun zamandir misafir agirlamadigimiz ve gelmelerini uzun suredir bekledigimiz icin ayri bir solen oldu bizim icin. Onlari agirladigimiz her bir gunun sonrasinda mutfakta uzun uzadiya devam eden sohbetlerimiz, Manhattan'i yuruyerek tavaf etmemiz, evdeki tatli sarhosluklar, derin sohbetler/hafif sohbetler, Alican'dan dinledigimiz gitar resitali, gitmelerinden bir gun once sahane kokteyllerimizin damgasini vurdugu efsane aksam yemegimiz, her birinin yeri ayri bende.



Ve son misafirimiz Melek... Melekle mezuniyetten beri yani 7 yildir gorusmuyorduk sanirim. Bes yildir Arizona'da yasiyor. Facebook'dan bana New York aktarmali bir is gezisi oldugunu soylediginde hemen bir gun erken gelmesini soyledim. Geldiginde ne kadar mutlu oldugumu anlatamam. Onu havaalaninda karsiladigim andan itibaren gecmis yedi yilin acigini kapamak istercesine susmamamiz, geldigi gece paket bir NY gezisinden sonra kendimizi benim en sevdigim yerlerden biri olan Wine Spot'ta bulmamiz, arka arkaya gelen sangria surahileri, sarhoslukla acilan muhabbetler, kahkahalar, sokaklarda soylenen Sabuhalar, sarilmalar, hasret gidermeler, bence yurtdisinda yasayan herkesin kacamayacagi duygu yogunluklari bunlar...

Ozet: Turkiye'den gelmesi sart degil gecmisimden gelen her arkadasim beni inanilmaz mutlu ediyor, hasretimi bir nebze dindiriyor, evimdeymisim gibi hissettiriyor. Sirada Ece, Hasene, Orcun var. Daha gelmenize cok var bilmiyorum ama yolunuzu gozluyorum simdiden! Ve Gozde, ve Ceren buraya gelmenizi saglamak icin daha kac blog yazmam gerekiyor, soyleyin de ona gore hazirlayim kendimi :)

1 Mayıs 2012 Salı

City or the Suburbs? (To be or not to be...)

I got complaints from a couple of friends that they have no clue of what I'm telling here from time to time. That's why here comes an exception, today I'm writing in English and I hope I'll catch my usual tone.

Last Saturday my friend Jeff from work invited us to dinner. They live in Brooklyn, one of the five boroughs of NYC (Brooklyn is also the eponym of Lynbrook as I had mentioned in one of the previous posts). On our way to Brooklyn as we saw the beautifully lightened Verrazano Narrows Bridge, I felt like we are driving in Bebek and approaching Ortakoy with a view of Bosporus Bridge ahead us. Such illusions started to grab me often, I mean the feeling that I'm in Istanbul. I guess my homesickness is taking control as time goes by. It's already 7 months that I'm away from my hometown, and the word "missing" is not enough to describe how I feel...


As we passed by the Verrazano Narrows Bridge, Jeff told us that there's a beautiful running trail by the bridge where many people go for jogging in the mornings. That's something I miss here. I used to live 5 minutes to the seaside in Istanbul and had the chance to run watching the sunset or night lights reflecting on the sea. Here in Lynbrook I am running on the streets. The streets are beautiful though, silent and peaceful. Not so many cars or even people, but still running by the sea is something else...

Although Brooklyn is located in Long Island, it does not have the suburban feeling of the other parts of the island. Once you enter Brooklyn you immediately know you are a part of the city. Narrower and more crowded roads, no parking space available on the streets on a Saturday night, smaller houses side by side with no big gardens at all.


I love city life, you feel you are alive when you are in the city. The city breathes with you, moves with you and inspires you to be active. To me the suburbs associate with retirement, kids, maybe grand kids, a safe life with no surprises expected, eating healthy, drinking responsibly and so on. We try to fulfill some of these criteria nowadays such as eating healthy, reducing alcohol and doing exercise regularly but we do not have -and won't have in the near future- the other prerequisites to enjoy the life in the suburbs.

But still I must admit it is a different experience. I would never get the chance to live in such a neighborhood in Turkey even if I were old enough to enjoy the suburbs. It is not easy to afford such a life in Turkey unless you are literally rich. But here suburbs are the standard life style of the American middle class. So I'd rather think of this part of my life as experimenting the life in the suburbs with its pros and cons. This way I can tolerate not being a part of the city for a while...