24 Haziran 2012 Pazar

31 saat dogumgunu cocugu olmak

Amerika ile Turkiye arasindaki 7 saat farka saydirmadigim, bilakis keyfini cikardigim tek bir gun oldu su ana kadar, dogumgunum. Dogumgunume Turkiye saatiyle girip Amerika saatiyle cikarak 31 saat dogumgunu cocugu olmanin keyfini surdum bu sene.

Meric gectigimiz hafta bu cumartesi icin bir surprizi oldugunu soyledi. Surpriz yapma konusunda ben kendime 10 uzerinden 2 veriyorum. Zira aldigim hediyeleri dogumgunlerini beklemeden verme, ne oldugunu agzimdan kacirma, ya da kor gozum parmagina ipuclari verme gibi aliskanliklarim var. "Sana bir sey aldim ama soylemem.. Bu arada dun begendigin o seyi alma yakin zamanda" gibi... Meric de bu sene planladigi surprizi onceden soylemek zorunda kaldi, ama onun soylemesi benimki gibi sabirsizliktan degil hediyesi onceden hazirlik gerektiren bir aktivite oldugundan. Amerika'da kutladigim ilk dogumgunumde hediye paketimden Manhattan etrafinda yelkenliyle iki saatlik bir tur ve New Yorker Otel'de bir gece cikti! :)


Ilkokula yeni baslayacakmiscasina bir gun onceden cantami hazirladim yine. Hani en son Berkeley'e Aylin'i ziyarete giderken bir daha asla boyle bir bavul hazirlamiycam demistim ya onu unutun, ben coktan unuttum cunku. Meric Cuma gecesi yatmadan hazirladigim cantayi gorunce iyi etmisin boyle bir canta hazirlamakla, otelde gecirecegimiz koskoca bir gunumuz var ne de olsa dedi. Ironiden anladigimi ve mesaji aldigimi gostermek icin birkac parca bir sey cikardim cantadan, agirlik namina pek bir degisiklik olmadi gerci.

Otele geldigimizde resepsiyonun onunde uzun bir sira vardi. (Bu sira bekleme olayi bende aliskanlik yapti, bakiniz) Beklerken sirada isi biten biri onumuzdeki cifte yaklasip bu bir haftalik metro biletini kullanamiycam, buyrun alin diyince Meric isyan etti. Sansa bak, bize niye kimse gelip boyle bedava bilet vermiyor, bir sira onde olsak biz alacaktik vs. diye homurdanirken, siradan cikan baska bir adam bize yaklasip bir haftalik iki metro bileti elimde kaldi, siz kullanirsiniz diyerek Meric'e uzatti! Yanda Meric'i ve temiz kalbini gorebilirsiniz...

Ayrica dun ogrenmis oldum, Amerika'da otel odalarina incil koymak gibi bir adet varmis. Odamizda incil vardi ama dis macunu yoktu maalesef!



Yelkenlimiz Seaport'tan denize acilacakti, Burasi Manhattan'in guneydogu kiyisinda, Brooklyn koprusunun altinda yer alan bir liman. Liman olmasinin yaninda, etraftaki irili ufakli restoranlar, barlar, denize bakan oturma yerleri burayi hem turistlerin hem New Yorkulularin ugrak bir yeri yapiyor. Ozellikle yazin burasi her daim kalabalik, her daim bir hareketlilik var. Yelkenlimiz kalkana kadar burda bir restorana oturup bir seyler atistiralim dedik. Deniz kenarinda soguk biralarimizi yudumlayip yanimizdan gelen gecen kalabaligi izlerken bir an kendimi Galata Koprusu'nun altinda gibi hissettim (Tamam, bu sefer buradan Istanbul hasretine baglamiycam soz).

Galata Koprusu diil mi ama?

Saatimiz yaklastiginda limanin onunde gordugumuz siraya girdik (Evet yine sira!) Ama bu sefer siranin uzunluguna sinirlenmekten cok saskinlik vardi yuzumuzde, bu kadar insan nasil bir yelkenliye sigacaktik?? Elimizdeki biletlere baktigimizda ickili ve muzikli yaziyordu. Meric bunu okuyunca iyice killandi, yelkenlide icki ve muzik mi? Tam o sirada binmek uzere oldugumuz seyin yelkenli degil deniz motoru oldugunu farkettik! Bogaz turu yapan motorlara benzeyen araci gorunce suratimiz aninda dustu tabii. Meric, "bileti satarken tarihi yelkenli yaziyorlar, insaf bu mu yelkenli?!!" diyerek tam Amerika'nin pazarlama zihniyetine saldirmak uzereydi ki deniz otobusunun arkasindan bir yelkenlinin yanastigini gorduk. O zaman kaziklanmadigimizi ama yanlis bilet verildigimizi anladik. Meric ben yelkenli turu satin aldim arkadas, yanlislik manlislik dinlemem diyerek supervizor cocukla konusmaya gitti. Bu arada tarihi yelkenliye binmeye cabalarken ickili muzikli(!) deniz motorundan da olma ihtimalimiz vardi ama risk almaya deger dedik. Bes dakika sonra supervizor yelkenlide yer kaldigini, ona gecebilecegimizi soyleyince bir oh cekip 1885 yapimi yelkenlimize bindik.

dim tis dim tis deniz motoruna karsilik yillanmis yelkenlimiz

Buraya havalar guzelken gelecek arkadaslarla yapilacaklar listesine yelkenli gezisini de ekliyorum. Tam da hayal ettigim gibi huzurlu, keyifli, otantik bir deneyim oldu benim icin. Ama belirtmeden edemiycem yelkenlideki tayfanin olayi biraz fazla ciddiye aldigini dusunuyorum. "Bunu kaptana rapor etmeliyim" diye kosusturan cocuk olsun elinde durbunuyle surekli uzaklari izleyen eden kadin olsun bize her an Somali korsanlari tarafindan saldiriya ugrayabilirmisiz hissi verdiler sagolsunlar. Ama yine de Manhattan'in ve Ozgurluk Heykeli'nin gece manzarasi, aciklarda siddetini arttiran ruzgarla sisen yelkenlerimiz, denizin ustunde usul usul ilerlememiz, yuzumuze vuran ruzgarin verdigi sarhosluk ve mis gibi deniz kokusu, her biri asla unutmayacagim bu iki saate damgasini vurdu.



Yelkenli limana geri dondugunde limanin bindigimize nazaran cok daha kalabalik oldugunu gorduk. Onlarca cift limandan yukselen muzik esliginde salsa yapiyorlardi! Nasilsa yetisecek bir trenimiz yok diyerek kalabaligin yanindaki masalardan birine ilistik. Icecek bir seyler almaya gittigimde barda icine iki tane bira sisesi ters olarak konmus koskocaman margarita bardagini -pardon kasesini- gordum ve dogumgunu ickimin kesinlikle bu olduguna karar verdim! Yaklasik yarim saat sonra Margarita ve Extra Corona icimizdeki salsacilari uyandirinca kendimizi meydanda firil firil donerken bulduk. Ne kadar cok donersem o kadar iyi salsa yaptigimi sanarken, bir yandan Meric'e bundan sonra her hafta burdayiz diyordum...


17 Haziran 2012 Pazar

Central Park'da Shakespeare

Bu haftasonu ne yapsak diye internette bakinirken Central Park'da bir ay boyunca "Shakespeare in Central Park" adi altinda Shakespeare'in oyunlarinin oynanacagini ogrendim. Bu etkinlik New York'da 50 yildir suren bir gelenekmis. Bu sene de The Public Theater, Temmuz'a kadar Central Park'da uc ayri noktadaki acik hava tiyatrolarinda Shakespeare'in oyunlarini ucretsiz olarak sergileyecekmis. Meric ucretsiz oldugu icin insanlarin erkenden bilet sirasina girecegini, yer bulmamizin nerdeyse imkansiz oldugunu soyledi. Yine de sansimizi deneyelim dedik.

Bir onceki postta anlattigim kulak deldirme maceram aksam bes gibi bitti. Central Park'taki oyun sekizde baslayacakti. Parka gidip tiyatronun yerini bulmamiz altiyi buldu. Tiyatronun onunde uzayip giden siranin ne sirasi oldugunu bal gibi anlasak da giseye gidip bilet var mi diye sormaktan alikoyamadik kendimizi. Gisedeki kiz biletlerin oglen birde cikar cikmaz bittigini ama insanlarin gelmeyen olursa diye oyun saatine kadar sirada bekledigini soyledi. Arkama donup siraya soyle bir baktigimda icimden kac kisi gelmeyebilir ki diye gecirdim. Asagida uzayip giden kuyrugu ve kuyrugun nerelere uzandigini yeni farkeden beni gorebilirsiniz.

Amaninnnn!

Ancak gisedeki kiz bu sekilde bekleyenlerin cogunun genelde oyunlara girebildigini soyleyince baska bir planimiz olmadigindan bekleyelim bari dedik. Elimizde kitaplarimiz ve kahvelerimiz, bir yandan parkin mis gibi havasini solurken zamanin nasil gectigini cok da anlamadik acikcasi. Sekize on kalaya kadar bosa bilet ciktikca siradakileri teker teker iceri almaya basladilar. Tam onumuzde iki kisi kalmisti ki yetkili cocuk bundan sonra sadece tek kisilik yerlerin kaldigini, ancak ayri ayri oturabilecegimizi duyurdu. Onumuzde duran, her halinden yeni sevgili olduklari anlasilan cift ayri oturacaklarini ogrenince iki saattir bizimle birlikte bekledikleri halde oyuna girmekten vazgectiler! Bunu duyunca ister istemez sesli bir kahkaha kaciverdi agzimizdan, nasil bir asksa bir oyun suresince de olsa ayri kalmayi goze alamadi Cinli Romeo ve Juliet'imiz. Onlar siradan ayrilinca sira bize geldi, yetkili cocuga en azindan birbirine yakin siralarda bilet yok mu diye sordum. Cocuk sansimiza arada sadece bir koltuk olan iki bilet cikarip verdi! Asagida gormus oldugunuz arkadaslar da bosu bosuna oyundan vazgecmis oldular, zira iceri girince aramizda oturan kizi bir yana oturmaya ikna edip beraber izledik oyunu.


Oyun esnasinda fotograf cekmek yasak oldugundan gizli sakli sadece bir foto cekebildim. Tiyatronun havasini yansitabilmek icin diger fotoyu Google'dan arakladim:

  

Acik hava tiyatrosunun farkli bir deneyim olacagini kestiriyordum ama bu kadar guzel bir atmosfer olacagini tahmin etmemistim acikcasi. Izledigimiz oyun Shakespeare'in As You Like it (Size Nasil Geliyorsa) adli komedisi. Hani unlu bir soz vardir ya her yerde duyariz da Shakespeare'in hangi oyununda gectigini bilmeyiz (En azindan ben bilmiyordum): "Bütün dünya bir sahnedir; bütün erkekler ve kadınlar sadece birer oyuncu". Iste o soz bu oyunda geciyormus meger... Oyunun yaridan fazlasi ormanda gectigi icin parkin yesilligi, kus sesleri, agaclarin hisirtisi oyuna dogal dekor oldu. Karakterlerin Ortacag Ingilizcesi ile konusmasina kulagimin alismasi zaman alsa da inanilmaz keyif aldim! Iki saat beklemenin sonunda boyle bir performans ile karsilasinca uc saat de olsa beklenirmis diyor insan. New York'da yaz ayri bir guzelmis cidden...


Deli deli kulaklari kupeli

Bebekken goz pinarlarim devamli aktigi icin ufak bir operasyon gecirmisim. Hemsire annemle babama, hazir bayginken kulaklarini da delelim isterseniz demis. Babama kalsa onayi verecekmis; ama ana yuregi ayik baygin dinlemez, annem el kadar bebenin kulaklari mi delinir demis razi olmamis. O gun bugundur kulak deldirmek benim icin bir turlu mutlu sonla bitmeyen sancili bir surec oldu.

Toza, gunese, asiri sekere, hani nerdeyse ucan kusa alerjim oldugu icin bazi metallere de alerjim olmasina sasirmadim. Gel gor ki blu cagina girdiginde isyan etmek icin bahane arayan kiza bundan guzel bunalim sebebi mi olur?  Ortakoy'de gezinirken taki tezgahlarindaki kupelere bakip bakip uzuldugumu hatirlarim. Nasil desem, "televizyonda çocuklar, kulaklarinda renk renk kupeler, birbirleriyle şakalaşıyorlar, aklımdan geçiriyorum: benim de kulagim delik olsa, benim de bir kupem olsa, anne bana niye almıyorsunuz , bende niye yok diyorum!" Aaaah ahhhh zor yillar...

Lise mezuniyetim yaklasirken kafaya koydum, kulaklarimi deldirip kupe takacaktim. Tabii bu karari mezuniyet balosundan iki gun once vermemis olmayi tercih ederdim. Insan onsekiz yasindayken, guzel olmak icin tek ihtiyacinin bir cift kupe olacagini sanabiliyor evet... Kulaklarimi deldirdigimin gecesi dinmeyen agri ve kizariklik bir seylerin yolunda gitmediginin sinyalini veriyordu ama ben gittikce buyuyen kulaklarima israrla kulak asmiyordum. Ertesi gun sag kulagim balon gibi sisince artik takacagim kupeden hayir gelmeyecegini anlayip aglayarak babama kostum; bir sey yap baba, bu hormonlu kulaklarla baloya gidemem! Babam zorlu bir operasyon ile kupeleri cikardi (detaylara girmiyorum ki okumayi yarida kesip gitmeyin). Kulaklarimi pudralayip, saclarimi da kulaklari kapatacak sekilde onume dusurerek geceyi kurtardim. Ama akillandim mi? Hayir.

Universite mezuniyeti oncesinde kupe takma sevdam nuksetti. Anladim ki sorun onsekiz yasinda olmakta degil bendeymis. Yasim ilerledikce alerjimin gitmis olabilecegine kendimi inandirip kulaklarima bir sans daha vermek istedim, tabii ki mezuniyet balosundan hemen once. Gecen bes yilin bana kattigi tek sey kulaklarimin sistigini cabuk farkedip, olaya erken mudahale etmem oldu. Bu sefer babama kosmadan, kendim buyuk bir hayal kirikligiyla kupeleri cikardim... Akillandim mi? Hayir.

Su an otuzbir yasimdayim. Alerjimin bir yere gitmeyecegini kabullendim. Ama sadece alerjim degil icimdeki kupe takamadigi icin uzulen ergen kiz da bir yere gitmiyor maalesef. Bir de insan kocasini her gun kulaginda kupesiyle karsisinda gorunce bu cocukluk travmasindan kurtulamiyor bir turlu. Kafaya koydum, ucuncu defa deneyecektim. Manhattan'da kulak delen ozel klinikleri arastirdim. Alerji tehlikesine karsi titanyum kupelerle kulak delen, sonrasinda anti-alerjik metallerden yapilmis kupe alternatifleri sunan bir tane buldum. Normal bir deldirmenin bes alti kati fiyati gozden cikarip bu klinige gelen bir ben bir de bebegini getiren annelerdi.

Sonuc hayli umit verici. An itibariyle kulaklarimi deldirmemin ustunden 24 saat gecmesine ragmen herhangi bir buyume ve zonklama yasamadim. Yoksa... Yoksa... Yillar sonra ben de kupe takabilecek miyim? Gozum aynada, merakla bekliyorum...




10 Haziran 2012 Pazar

Aldik elimize tornavidayi

Teknoloji gundemini uc adim geriden takip eden bana Amerika'ya geldikten sonra bir haller oldu. Ozellikle bu sektorde Amerika ile Turkiye arasindaki fiyat farkini gordukten sonra hic aklimda olmayan seyler icin bile alsam da bir kenarda dursa mi acaba diye dusunmeye basladim. Su ana kadar bir dijital tansiyon aletim, lazer isikli el fenerim, veya kalem kameram olmamissa bu irademe hakim oldugumdan degil sagduyumun sesini bastiracak derecede dusuk bir fiyatla henuz karsilasmadigimdandir.

Soz konusu elektronik cihaz merakimin yeni yeni yesermeye basladigi uc dort ay oncesinde, nerdeyse ilkokula baslayacak yasa gelmis olan diz ustu bilgisayarimin miyadini doldurdugunu farkedip buradan uygun bir sey almaya karar verdim. Ufak capli bir arastirmadan sonra tercihimi Cin mali olmasina ragmen piyasada iyi bir imaji olan, aradigim ozellikleri digerlerine gore daha uygun fiyata sunan Lenovo'dan yana kullandim. 

Bilgisayarim gecen aya kadar hic bir sorun cikarmadan calisti. Hatta goruntu ve ses kalitesi tahmin ettigimden de iyi cikti. Ancak yaklasik bir ay once bilgisayarin klavyesi ile ilgili tuhaf bir sorun yasamaya basladim. Klavyedeki bazi harflere bastigimda o harflerin yerine sacmasapan ekranlar, varligindan bile bihaber oldugum ayarlar acilmaya basladi. Bu ariza artik oyle bir seviyeye geldi ki misal blog yazarken bilgisayarimla kavgalarima sahit olan Meric n'olur benim bilgisayarimi kullan diye yalvarmaya basladi. Baktim bilgisayari kirmama ramak kaldi, iade etmeden once ayni dertten muzdarip baskalari da var mi diye bir internete bakayim dedim.

Iyi ki de bakmisim. Forumlarda bilgisayarina seytan girdigini iddia eden, bilgisayarini isyankarlikla suclayan, bilgisayarini kirmak icin en ideal cekicin hangisi oldugunu soran benim gibi dertli kullanicilarla karsilastim. Ama daha da onemlisi bu arayislarim esnasinda YouTube'da bu soruna buldugu cozumu paylasan Amerikali bir cocuga rastladim. Videoyu ilk izledigimde biraz tirsmadim dersem yalan olur. Cunku bahsettigim cocuk bilgisayari tamir etmek icin bilgisayarin klavyesini sokuyor, kablolari kaldiriyor, bir yerlere kisa devreyi engelleyici bir bant yapistiriyordu. Almanya'dayken bilgisayarima cay doktugumde tekrar acmaya korkan ben nasil olur da bilgisayarimi tornavidayla sokup tamir etmeye kalkisacaktim! Bu kararsizligim anca bir hafta surdu; bilgisayari iade etmeye ve yenisini beklemeye o kadar useniyordum ki sonunda Meric'i bu cerrahi operasyon icin ikna ettim.

Gerekli malzemeleri (tornavida, makas, selebant, anti statik bant ve hasta bilgisayarim) masada hazir edip bize yol gosterecek videoyu Meric'in bilgisayarinda izlemeye koyulduk, Benim hemsire gorevini ustlendigim bu operasyonda selebandi istenilen boyutta kesmek (ne cok kisa, ne cok uzun), ornek aldigimiz videoyu en kritik anlarda dondurmak, gerektigi noktada geri sarmak, Meric'in alninda biriken terleri silmek gibi cok kritik gorevlerim vardi. 45 dakikalik zorlu ama basarili bir mudahaleden sonra bilgisayarim duzgun calismaya basladi! Artik kendisi isyankar bir ergen degil, hangi harfi istersem onu yaziyor, kafasina gore ekranlari acip kapatmiyor, kisacasi bir dedigimi iki etmiyor.

Ozetle oyle bir devirdeyiz ki servise goturseniz belki yuzlerce dolar isteyecekleri bir sorundan bazen azicik bir internet arastirmasi, biraz da cesaret sayesinde sifir maliyetle kurtulabiliyorsunuz. Ama tabii bu anlattigim hikaye tamamiyle benim karsilastigim soruna ozel; sonra lutfen yahu actik bu bilgisayari, kapatamiyoruz bir daha, garantisi de iptal oldu, Ayca sen buraya nasilsa bir gun geleceksin diyerek kulagimi cinlatmayin, sorumluluk kabul etmem ona gore.




6 Haziran 2012 Çarşamba

Hadi beraber New York'da gezinelim biraz...



Bir onceki yazimda yon ve adres bulma konusundaki beceriksizligimden dert yanmistim. Bazi zamanlar biyiklari kesilmis bir kedi kadar yonsuz olmamin bir sebebi de genelde yanimda olan bu konuda uzmanlasmis kisilere fazlaca guvenmem ve bu ulvi gorevi daima onlara teslim etmem olabilir. Neyse oyle ya da boyle bu konuda kendimi gelistirmem sart, zira Manhattan'da herhangi bir yeri bulmakta sikinti cekiyorum diyen adama sadece gulunur. Cunku dikdortgen seklinde olan bu adanin nerdeyse dortte ucu enine ve boyuna birbirine paralel cadde ve sokaklarla kesilmis durumda!

O nedenle gectigimiz Cumartesi bu konuda aksiyon almak icin ilk adimi attim. Aksam yakinda Amerika'dan Turkiye'ye temelli donecek bir arkadasimizla bulusacaktik. Bulusmadan once yanimda yon duygusuna siginacak kimse olmadan sehirde kendi kendime biraz gezineyim dedim. Manhattan genel olarak uc bolgeye ayrilmis durumda Uptown, Midtown ve Downtown. Sehrin icinde cok genis bir metro agi var tahmin edersiniz ki. Bizim gibi Long Island'dan gelenler ise LIRR (Long Island Rail Road)'u kullanarak sehre geliyorlar. Asagida gordugunuz gibi Manhattan Long Island ile karsilastirinca ufacik bir ada ama New York'un kalbi orada atiyor! Bizim oturdugumuz kasaba Lynbrook (Bakiniz Sekil 1 A- A noktasi) sansimiza adanin gorece batisinda kaldigi icin trenle Manhattan'a gidisimiz yarim saat suruyor. 


Manhattan'a trenle ilk indiginiz yer Penn Station. Burasi 7.Cadde 34. Sokakta (Midtown) yer alan New York ve cevre bolgeler arasindaki rayli ulasimin merkezi diyebilecegimiz bir gar. Bir nevi Haydarpasa diyelim de Istanbul'a selam cakalim bu vesileyle. 

Buraya ilk 2010 Mayisinda bir ayligina geldigimde Meric Penn Station'in yuruyen merdivenlerinden yeryuzune dogru yukselirken "Sehri gormeye hazir misin?" dediginde icim urpermisti. Hani dogumgununuzde gozleriniz kapali odaya girerken gozlerinizi actiginizda ne gibi bir surprizle karsilacaginizi merak ederken iciniz kipir kipir olur ya iste oyle bir duyguydu benimki. Simdi o yuruyen merdivenler benim icin o duyguyla ozdeslestigi icin Penn Station'dan yukari her ciktigimda garin icine suzulen gun isigi yuzume carparken sanki beni cok mutlu edecek bir seyle karsilasacakmisim gibi hissediyorum...

Manhattan'in en sevdigim ozelliklerinden biri de sehrin dort bir yanina serpilmis, gokdelenlerin ve binalarin arasinda dolasirken bir anda karsiniza cikip sizi ferahlatan yemyesil parklari. Bu parklardan en guzeli ve en gorkemlisi kuskusuz Central Park ki tek basina ayri bir yazinin konusu. Ama ben sahsen 10-20 blokta bir karsiniza cikan ve sehrin oksijen depolari kucuk ve sakin parklara da bayiliyorum! Cumartesi gunu Midtown'dan yola cikip yuruye yuruye, etrafima dikkatlice baka baka:), Downtown'a dogru ilerlerken karsima ilk once 5. Cadde ve Madison Avenue'nun ortasinda, 23 ve 26. sokaklarin arasinda yer alan Madison Square Park cikti. Burasi benim favorilerim arasinda. Ozellikle guzel havalarda parktaki banklardan birine oturup sadece etrafi izlemek bile insana inanilmaz huzur veriyor.


Madison Square Park'da bir sure dinlenip yoluma devam ettim. Parktan ciktiktan sonra Broadway Avenue'den devam ettiginizde 14. Sokakta Unioun Square'e cikiyorsunuz. Burasi ozellikle guzel havalarda  parkin basindaki genis merdivenlerde onlarca insanin toplandigi, uzandigi; kimilerinin sarki soyledigi, oyunlar oynadigi, kimilerinin ellerindeki megafonla halka seslendigi, kimilerinin akrobatik hareketler yaptigi her daim curcunanin ve senligin hakim oldugu bir meydan... Buranin girisine gecici olarak Andy Warhol'un heykelini koydular. Durust olmak gerekirse ben pek begenmedim. Sanki herhangi bir adam heykelini aluminyum folyoya sarip buraya koymuslar gibi geliyor bana ama sanatciya haksizlik etmiyim, belki benim gozum ordaki estetigi yakalayamamistir.




Union Square'den ayrildiktan sonra adanin asagilarina dogru yurumeye devam ettigimde son duragim New York Universitesi'nin (NYU) yakinlarindaki Washington Square Park oldu. Buraya ulastigimda artik hava kararmaya yuz tuttugundan buranin fotograflari maalesef biraz los. Ama bence hafif karanlik da parka ayri bir hava katti (Ya da ben dunyaya pembe gozluklerimden baktigim bir gunumdeydim). Washington Square Park 4. sokagin hemen ustunde, adanin batisi ve dogusunun tam ortasina dusecek sekilde, 5. Cadde'nin bitiminde yer aliyor. NYU'nun da binalarinin yayilmis oldugu bu bolgenin batisi West Village diye geciyor ve benim sehirde en sevdigim yer burasi. Bariz bir sekilde ogrenci ruhunun hakim oldugu, insanlarin kiyafetlerinden tarzindan, sokaklardaki renk renk barlardan, kafelerden yasam enerjisi tasan muthis dinamik bir yer...


Washington Square Park'i arkamda birakirken saat artik 8'e geldiginden ve arkadaslarla bulusma vakti yaklastigindan yakinlarda buldugum bir barin sokaga attigi masalarindan birine comelip birami ve patatesimi ismarladim, New York'un yavas yavas hareketlenen gece hayatini izlemeye koyuldum. Yorucu ama keyifli bir gunun ardindan bundan daha guzel bir odul olabilir mi? Umarim siz de benle beraber gezmis kadar olmussunuzdur buralari :)



1 Haziran 2012 Cuma

Adres Bulma 101

Tatilin uzun olani makbuldur ama surpriz olaninin da ayri bir tadi vardir. Memorial Day'de calisacagimi dusunuyordum. Tren istasyonuna yururken telefonuma gelen "Ayca bugun dinlen istersen, isleri yarin hallederiz" mesajini okuyunca servise binmek uzereyken kar tatili oldugunu ogrenen ogrencinin sevincini hissettim. Asiri nemli ve bunaltici hava bile beklenmeyen tatilimin tadini kacirmaya yetmedi. Meric'e bir hevesle hadi bilgisayarlarimizi alip Manhattan'a gidelim, orda bir kafede calisiriz dedim. Su aralar Meric'in aklina gecenlerde gelen, yaratici oldugunu dusundugumuz (ama hala yaraticiliginin kanitlanmasi gereken) bir fikri gelistirmekle ugrasiyoruz. Bize ilham vermesi icin hem kitapci hem kafe tarzinda bir yere gidelim dedik. Beni bilen bilir yon duygusu ve adres bulma konularinda acik ara sonuncuyumdur. Nedense gittigim her yerde oraya nasil ulastigima degil de etrafta keyfini cikaracak ne var ona bakarim. Manhattan'a gitmeden Internette aradigimiz tarzda birkac kafe buldum, Meric adresi not aldin di mi dediginde kendimden en ufak bir suphem yoktu. West 4'da indigimizde eee adres neymis sorusuyla karsilastigimda odevini ezberlemis ama mantigini kesinlikle anlamamis ogrencinin ifadesiz suratiyla Prince Street ve Jersey Street arasinda 72 numara dedim (bugun de ogrenci metaforlarindan gidiyorum hadi bakalim). Simdi verdigim cevabin tuhafligini tarif etmektense asagidaki haritaya bakmanizi, ve Prince Street'in bir ucundan digerine nasil bir mesafe oldugunu hayal etmenizi rica ediyorum. Evet simdi de o yuzunuzdeki ifadeyi Meric'in yuzune koyun, iste bu ifadeyi ne yazik ki ne ilk ne de son gorusum... (Adres bulma ve yonunu tayin etme egitimleri veren bir sertifika programi var midir acaba??)

 
Ilk soku takiben "Internet sitesinde yazan buydu, e sen de baksaydin o zaman adrese, beni bilmiyor musun?" tarzinda refleks savunmalarim esliginde bir yirmi dakika sicagin altinda elimizde laptoplar gezindik durduk (Bu arada cep telefonumu navigator olarak kullanmaya calisip New Jersey yonune dogru gitmemiz gerektigini iddia etmem konusuna hic girmiyorum bile) Sonunda pes edip bir Starbucks'a girdik, ucretsiz wi-fi sagolsun gitmemiz gereken adresi google maps'den tespit etti(k)!

Geldigimiz yer House Works adinda bir kitapci kafe. Ortam benim oldukca hosuma gitti. Dukkanin icini bir kutuphane gibi dosemisler. Merdivenler de dahil her yer ahsap. Ikinci kata donerek yukselen merdivenlerle cikiyorsunuz. Tum dukkani cepe cevre saran bu balkonun ortasi bos ve ilk kati oldugu gibi goruyorsunuz. Balkonda belli araliklarla kitapliklarin karsisina musterilerin istedikleri kitabi alip incelemeleri icin sandalyeler  koymuslar. Ayni zamanda alt katta cok fazla cesit olmayan, daha cok atistirmalik seyler satan bir kafe ve masalar var. 


Tek kusuru laptop icin priz koymamalari ki bu uygulamayi gelenlerin 35 saat oturmamasi icin yapmis olmalilar. Bu yuzden bunca emek ve zahmet ile buldugumuz kafeden bilgisayarlarimizin sarji yetmedigi icin bir saat sonra ayrilmak zorunda kaldik, ve maalesef priz ve sarj ihtiyacimiz bizi yine Starbucks'a mecbur birakti! Yine de bu kafeyi kesfettigim, adres bulma konusunda bir adim daha ilerledigim (umarim) ve sehirde bir gun gecirdigim icin mutluyum. Yalniz sicak gozumu korkutmadi desem yalan olur...


Leylek getirmiyor, kadin doguruyor, bu konuda hem fikiriz di mi?



Pazartesi sabahi sokaktan gelen bando sesleriyle uyandik. Bizim sokagin basinda ufak bir sehitleri anma heykeli var. Sevgili Lynbrook halki Memorial Day'i kutlamak icin gunun anlam ve onemine uygun olarak bu noktayi secmis. Asagiya ne var ne yok bakmaya indigimizde yanimizda duran kadinin bebek arabasinda Amerikan bayragi desenli t-shirtlerini giymis, daha o yasta vatansever (!) ikiz bebeklerini gorduk. Kafasinda bir tutam sac olan catik kasli ikizlerden biri sekilden sekle giren buyumus de kuculmus yuzuyle bizi bir sure eglendirdi (neseli neseli gulerken bir anda kizgin bakan, sonra yine neselenen ve ardindan yine ciddi olan cift kisilikli bir bebekten bahsediyorum). Bir sure sonra kadinin yanina gelen 3-4 yaslarinda bir oglan cocugunu, 6-7 yaslarinda bir kizi ve 9-10 yaslarinda en buyuk abilerini gorunce tipik bir Amerikan ailesi ile karsi karsiya oldugumuzu anladik. Adeta delinin biri New York'da kurtaji yasaklamiscasina cogalan, buyuk aileye duskun, muhtemelen iri bir anne ve baba onderliginde boy boy dizilmis cocuklardan olusan Amerikan ailesi... Maddi durumu elverenlerin cok cocuk yapma tercihi ile ilgili bir sikintim yok, hatta bu durum bazen kulaga eglenceli bile geliyor. Ama yavru ordekleriyle toplum icine karisan annelerin yavru ordekleri dort bir yana saldirdiginda nasil cildirdiklarini gorunce icim ciz etmiyor degil...  Ama tabii herkes basa cikabildigi kadarini dogurmaktan ve yetistirmekten kendi sorumlu; tipki yanlis zamanda ya da hur iradesi disinda olanlari dunyaya getirip onlara ve kendine eziyet etmemeye de kendi karar verecegi gibi... Bilgisayarin basina Memorial Day tatilinden bahsetmek icin oturmustum, konu bir anda buraya geldi! Ey bilincalti sen nelere kadirsin.. Memorial Day gunu de diger bir posta kaldi artik...