İstanbul'da olduğumu ilk anlamam havaalanı dönüşü köprüden geçerken oldu. Yıllarca üniversiteye, işe giderken uyuyarak, kitap okuyarak, kafamı bile çevirmeden geçtiğim bu olağanüstü manzarayı bu sefer uzun uzun, içime sindire sindire izledim.
İkinci aydınlanmayı ise pazartesi akşamı Ceromun düğününe giderken köprü trafiği ile karşılaştığımızda yaşadım. Bir köprü trafiğinden kaçıp diğerinden medet umarken, ilerlemeden duran arabalara umutsuzca bakarken evet dedim hoş geldim İstanbul, ne sen çok değişmişsin ne de ben...
Bir de bunun üstüne köprü çıkışında bastıran yağmur ve artık tam anlamıyla kilit olan trafik eklenince işte dedim benim İstanbul'um :) Belli aralıklarla bizi ıslatan, bize adeta köşe kapmaca oynatan yağmura rağmen düğün çok keyifli, eğlenceli geçti. Zaten bunca zaman sonra bu kadar çok sevdiğim insanı bir arada görünce dolu bile yağsa moralim bozulmazdı herhalde...
Düğün sonrası Gözde'lerde kaldığım için ertesi sabah bizim eve doğru uzun bir yolculuk bekliyordu beni. Bir gece önce başlayan yağmur sabaha kadar yağmaya devam etti. Evden çıkarken 'Her şeye rağmen yaz yağmuru sonuçta, artık bitmiştir' diye düşünüp yanıma şemsiye almayarak büyük bir hata yaptım ve kahvaltı ettiğim Komşu Fırın'da yine delicesine bastıran yağmur yüzünden yarım saat mahsur kaldım. Bir ara aklımdan acaba bir Yüzyıllık Yalnızlık yağmuru ile mi karşı karşıyayız diye geçirmedim değil! Baktım yağmurun duracağı yok yolun kenarına geçip bir taksinin halime acımasını bekledim. Gerçekten de içeride müşterisi olmasına rağmen bir taksi az ileride müşterimi bırakıcam buyrun binin diyerek beni kurtardı. Bu da üçüncü İstanbul farkındalığım oldu, zira bu sadece İstanbul'da karşılaşabileceğim bir olay sanırım, Amerika'da bir taksinin yağmurda durup böyle bir şey diyeceğini hiç sanmıyorum...
Beşiktaş İskelesi'ne vardığımda yolu yarılamış olmamın huzuru vardı üstümde. O kadar ki yirmi dakika vapuru bekleyecek olmam bile keyfimi kaçirmadi. Elimde bir gece önceki düğünün resimleri, gecenin detaylarını hatırlamaya çalıştım. Sarhoş olmadığım belki de ilk düğünde etrafımdaki herkesi, her detayı hatırlıyor olmak garip bir mutluluk verdi, bir çeşit gurur gibi, saçma biliyorum :)
Vapura bindiğimde hala hafiften yağmur atıştırmasına rağmen dışarıda oturmak istedim. Onbir ay sonra ilk vapur gezimde boğazı izlemem şarttı! Ve hiç beklemediğim bir şey oldu. Denizin üzerinde usul usul ilerlerken, geride bıraktığımız bembeyaz köpükler, ileride kız kulesi, karşıdan geçen bir başka yolcu vapuru, arkada Boğaziçi köprüsü... bir anda gözlerime yaşlar doldu...
Bunca senedir bir çok defa İstanbul'dan uzun süreler ayrı kaldığım oldu ama ilk defa bir vapur yolculuğunda İstanbul'u izlerken ağlamaya başladım. İstanbul çok değişik, çok başka bir şehir. Burda yetişmiş, burda çok uzun yıllarımı geçirmiş olmamın bunda çok büyük etkisi vardır eminim, ama İstanbulla aramda gerçek anlamda bir nefret ve sevgi ilişkisi var. Öyle ki ayak bastığım andan itibaren İstanbul beni hem gülümsetti, hem kızdırdı, hem duygulandırdı, hem ağlattı. Daha da değişik duygular yaşatmaya devam edecek bu gidişle...
Hiç yorum yok: