Cennete dustugumu sandigim gunun ertesi gunu yani pazar sabahi Aylin'in Meksikali arkadaslari Norma ve esi Daniel bizi bir Meksika lokantasina kahvaltiya goturduler. Amerika'ya geldigimden beri farkli tatlar deneme, yeniliklere acik olma konusunda kendimi gelistirdigimi dusunuyordum, ama salcali kaktus? Tuzlu, karidesli bira? Lutfen beni bu noktada mazur gorun... Ben Meksika mutfagi denince Quesadilla, Nachos ve Meksika salatasini hatirlamak istiyorum!
Yemegimizi yerken yanibasimizda bir mariachi grubu calmaya basladi, ayni zamanda arka masamizda her haliyle ben Meksikaliyim diyen bir bebisi gorunce kendimi bir an gercekten Meksika'da hissettim diyebilirim.
Yemekten dondukten sonra Aylin'in apartmaninin altindaki kafede bir seyler icelim, Berkeley'in gunluk hayatini bir soluyalim dedik. Kafeye girer girmez gozumuze ilk carpan masalarindaki kitaplarin uzerine egilmis bir seyler okuyan, yazan, cizen insanlar oldu. Yanimizdaki masalardan birinde genc bir adam bir yandan onundeki kitabi okuyor bir yandan da yanindaki bebek arabasini salliyordu. Meric bu sahneden etkilenip oldukca yuksek bir sesle "Bak, idealist bir doktora ogrencisi, hem dersini calisiyor hem de bebegine bakiyor, ne guzel!" diyerek karsi masayi isaret etti. Takdir ve hayranlik duygulari icinde baktigimiz adamin bize gulumseyerek Turkce "Doktora ogrencisi degilim ama bebek benim evet" demesi ile yuzumuzdeki hayranligin saskinliga donusmesi bir oldu. Kendisi Berkeley'de sosyoloji alaninda doktorasini yaptiktan sonra burada ogretim gorevlisi olarak calismaya baslamis. Kendinden kisaca bahsederken Meric pardon isminiz Cihan miydi deyince ben ikinci saskinlik dalgasina kapildim. Meger konustugumuz kisi Cihan Tugal'mis. Meric'in yillar once makalelerini okudugu, Turkiye'de alanindaki calismalari ile oldukca yanki uyandirmis bir sosyologmus! Dunya kucuk Berkeley daha da kucuk. Kucuk tesadufler, mutevazi, basarili, hos sohbet insanlar... Berkeley kendini sevdirmek icin hic zorlanmiyordu.
Kafeden ciktiktan sonra yuruye yuruye yarim saatte kendimizi UC Berkeley'nin kampusunde bulduk. Universitenin kampusu kartal yuvasi gibi sehre tepeden bakiyor; genis yesillikler, heybetli okaliptus agaclari ve tarihi tas binalar arasinda gezinirken kendinizi zaman tunelinde yuzyillarca yil geriye gitmis gibi hissediyorsunuz. Bir de pazar gunu oldugu icin herhalde etrafta fazla insan da olmayinca bir an kendimizi eski Atina sokaklarinda ciplak ayak geziyormusuz gibi hayal ettik; sanki kutuphanenin kosesini dondugumuz anda karsimiza aniden Sokrates cikacak, senin icin mutluluk ne ey Atinali? diyecek, ben de benim icin mutluluk su an burada olmak dede gerisini bilmem diyecekmisim gibi...