29 Ağustos 2012 Çarşamba

Eve dönüş

İstanbul'a geleli beş gün olmasına rağmen az zamanda çok işler başardım, ne mutlu bana. Yolculuk fena geçmedi. Fena geçmedi diyorum çünkü 11 saatlik bir uçak yolculuğunun iyi geçmesi gibi bir ihtimal yok, bu kadar uzun bir yolculuk ancak fena geçmeyebilir!

Havaalanında Meriçle vedalaşırken yine gözlerim doldu. Ben herhalde küçükken çok havaalanı ayrılık sahnesi izledim, havaalanından her uğurlanışımda gözlerim doluyor, ayrıldığım yer ve ayrılık süresinden bağımsız bir ağlama hali bu. Haliyle Meriç de 'Adet yerini bulsun diye ağlıyorsun di mi, 19 gün sonra yine beraberiz çünkü' dedi gülerek.

Yanıma şöyle hoş sohbet bir Amerikalı düşse de yol boyunca arada sohbet etsek bari derken nereli olduğunu anlamadığım ama İngilizcesi 'Thank you, please, ok'den ibaret bir teyze denk düştü şansıma. O yüzden muhabbete girmeye hiç çabalamadım bile. Bol bol su içip kendimi sık sık tuvalete gitmeye zorlayarak -bu sayede mecburen hareket etmiş olurum fikriyle- ara ara kestirmeler, okumalar, müzik dinlemeler eşliğinde 11 saatlik çilemi tamamladım. Bence dünya üzerinde hiçbir insan oturarak uyumaya zorlanmamalı, bir an önce şu ışınlanma olayını keşfetmeli insanoğlu...





Hiç yorum yok: